Skip to main content

Anayasa Değişikliğinin Tümü Üzerindeki Genel Değerlendirme

Anayasa değişiklik referandumuna çok az bir süre kaldı, 16 Nisan 2017 tarihinde Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan vatandaşlar, Türk tarihinin en kritik  yeni anayasaya maddelerine evet ya da hayır diyecek.  Bu Halk oylamasının sonucunda, Türkiye’nin kaderinin etkilenecek olmasının özünde “Ülkenin Yönetim Biçiminin” TDK’ya göre “Rejiminin” değişiyor olması yatmaktadır. Bir başka değiş ile ülkemizi yönetmesi için seçeceğimiz kişi ve/ya kişilerin Türkiye’yi hangi idare şekline göre yöneteceğini oylayacağız. Bu son derece kritik referandum öncesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında okumuş, burslarından yararlanmış, bu imkanların sayesinde lise birinci olmuş, Üniversite bölüm birinci olmuş, Yüksek Lisans Eğitimini tamamlanmış, ülkesini, milletini seven bu ülkenin bir evladı olarak kritik referandum öncesinde değiştirilmesi ön görülen maddeler ile ilgili genel bir analiz yapmak istedim . Bu analizi yaparken, hiçbir siyasi partisi üyesi olmadan tarafsızca, hatta mevcut siyasi parti liderlerinin koltuk düşkünlüğünden dolayı neredeyse tamamına muhalif bir kimlikle yapıyor olacağım.

Madde Madde Anayasada Değiştirilmesi Öngörülen Maddelerin Analizi için Tıklayınız


1876 yılındaki  Kanuni Esasi adındaki ilk anayasamız ile Meclis-i Mebusan (Parlamenterler Meclisi) kurulmuştur. 1876’dan günümüze kadar olan süreçte acı tatlı tecrübeleriyle bir parlamenter sistem geleneğine ve kültürüne sahip olduk. Kurtuluş savaşımız başlangıç noktasına baktığımızda ana felsefe “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” olmuştur. Anafartalar kahramını Mustafa Kemal “Ben sizi kurtarırım, padişah sizi kurtarır.” anlayışı içinde olmamıştır. Erzurum’a, Sivas’a giderek konferanslar düzenlemiş, milleti ayağa kaldırmış ve bu ilke çerçevesinde Meclis’in açılmasını sağlamıştır. Halkın temsilcileriyle oluşmuş olan bu büyük meclis önce ordusunu kurmuş, sonra kurtuluş savaşanı vererek zafer kazanmış, Cumhuriyeti kurmuş, sayısız devrimlere imza atmış, bu ülkeye demokrasiye taşımış, Türkiye’nin bugünlere gelmesini sağlamıştır. “Egemenlik kayıtsız şartsız bu ülkenin %100’nün temsil edildiği Meclis’indir” anlayışı temel anlayış olmuştur. Kurtuluş savaşı sürecinde, Meclis’in kurucusu ve başkomutanı Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir bu meclise gelmiş hesap vermiştir.  Mustafa Kemal’e meclisi fesih yetkisi verilmek istendiğinde ilk başta milletin temsilceleri “Gazi Paşa bu milletin evladıdır. Ona sevgimiz, şükranımız sonsuzdur ama kimseye bu yetkiyi veremeyiz” demiştir. Mustafa Kemal, bu konuda en muhalif olan 2 KİŞİYİ bu olaydan sonra Bakan yapmıştır.  Darbelerin hedefi yine bu meclis olmuştur. Darbecilerin ilk yaptığı iş meclisi kapatmak, bombalamak, işlevsizleştirmek olmuştur.Yani gazi meclisimiz ile ne kadar iftihar etsek azdır.

16 Nisan’da yapılacak Halk oylaması ile meclise ait olan bazı yetkiler Cumhurbaşkanı’na verilmekte, Meclis’in denetim mekanizmaları zayıflatılmakta ve meclis üstünlüğüne dayalı bir yönetim şeklinden bir kişinin üstünlüğüne dayalı bir yönetim şeklinde dönüşmekteyiz. Bu kapsamda;

  1. Başbakanlık makamı kaldırılacak, Bakanlar meclis içinden çıkmayacak, bakanlar meclis onayından geçmeyecek, güven veya güvensizlik oyu verilmeyecek, bakanlar hakkında gensoru, sözlü soru verilmeyecek, meclis bütçe yapmayacak,
  2. Cumhurbaşkanı istediği kadar yardımcı, bakan atayacak, istediği kamu tüzel kişiliğini kurabilecek. Bir kararname her istediği kanunu tek başına yapabilecek, eyalet bile kurabilecek. İstediği zaman olağanüstü hal ilan edebilecek, hatta olağanüstü hal ilan edip anayasayı bile değiştirse kendisini denetleyecek bir mekanizma bulunmuyor, Meclis onayı olmaksızın istediği bütçeyi harcayabilecek, Aynı zamanda partili olduğu için ve meclis seçimleri aynı tarihte yapılmasından dolayı aynı iklimde yapılmış bir seçimde Cumhurbaşkanı olan kişi Genel başkan sıfatı ile mecliste çoğunluğu elde etmiş olacak. Milletvekillerini de genel başkanın belirlediği bir sistemde yasama da Cumhurbaşkanı’na bağlı hale gelecek.
  3. Bu kadar yetkiye sahip olan bir Cumhurbaşkanı denetlenebilecek mi? Maalesef bütün denetim yolları da kapalıdır. Sadece suç işlemesi durumunda bir süreç başlayacaktır. Mecliste 400 milletvekilinin onayı ile Cumhurbaşkanı Anayasa mahkemesine sevk olacaktır.  Meclis seçimleri aynı tarihte yapılmasından dolayı aynı iklimde yapılmış bir seçimde Cumhurbaşkanı olan kişi Genel başkan sıfatı ile mecliste çoğunluğu elde etmiş olacağından bu çok olası gözükmemektedir. Diyelim ki oldu, Cumhurbaşkanı’nı yargılayacak olan anayasa mahkemesinin 3 Üyesi Cumhurbaşkanı’nın iktidar partisi genel başkanı sıfatı ile seçilecek, 12 Üyesi Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyeleri bir şekilde Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş ve atanmış olacaktır. Yani Cumhurbaşkanını yargılayacak olan mahkeme yine Cumhurbaşkanı tarafından seçilecektir. Böyle bir yapıda Cumhurbaşkanı’nın denetlenebilmesi imkansızdır.
  4. Tüm hakim ve savcıların atama, disiplin (ihraç, uzaklaştırma vb.), özlük gibi işlemlerin yapıldığı bir kurul olan HSYK’nın üye sayısı 13 e çıkarılmıştır. 13 üyeden 7 tanesi doğrudan (5 doğrudan, 1 Adalet Bakanı, 1 Adalet Bakanı Müsteşarı)  Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Geri akalan 6 üye de Meclis tarafından seçimle atanacaktır. Aynı siyasi iklimde seçimlerin yapılmasından dolayı ve meclis çoğunluğunun genel başkanı sıfatı ile Cumhurbaşkanı’ında olması kuvvet-i muhtemeldir. Geri kalan 6 üyenin de Meclis’teki son turda nitelikle oyla seçileceği düşünüldüğünde, Genel başkan şapkasını giymiş bir Cumhurbaşkanı’nın belirlediği adayların seçileceği çok açıktır.  Anayasa’nın 9. maddesinde tanımlanan“…bağımsız ve tarafsız” maddesi ile tamamen aykırılık gösterecektir. Bu durumda, hukukun üstünlüğünden ve kuvvetler ayrılığı ilkesine taban tabana zıt olarak Yargı siyasi iktidarın emrine verilecektir.

Değiştirilmesi öngörülen Anayasa maddelerini hazırlayanlar yeni yönetim sisteminin adını “Türk Tipi Başkanlık sistemi” veya “Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi” olarak tanımladı. Literatüre baktığımız da bu isimde denenmiş ve başarılı olmuş bir sisteme rastlanmamaktadır. Dünyada başarılı olmuş başkanlık sistemlerini incelediğimiz “Amerikan Tipi Başkanlık Sistemini” görüyoruz. Bu sistemin başarılı olmasının özünde keskin hatlarla çizilmiş kuvvetler ayrılı olduğunu göze çarpmaktadır. Amerikan başkanı, seçimlerden önce kendisine vekalet edecek Başkan Yardımcısını açıklamak zorundadır. Yani seçime beraber girerler. Başkanın atadığı her bakan senatonun karşısına çıkar projelerini anlatır ve onay alır. Onay alamayan bakan atanamaz. Başkan senatoyu fesh edemez.Başkan %50+1 oy ile seçilebilir. Ama senato Amerikanın %100’ünü temsil eder. Senato  seçimleri başkanlıkla farklı siyasi iklimde yapılır ve Başkanı etkin şekilde denetler.   Başkanın etkin şekilde denetlenmediği, tüm yetkilerin başkanda toplandığı, yasamayı ve yargıyı yürütmenin emrine veren yönetim şekillerinin hepsi Tek adam rejimine dönüşmüştür. O yüzdendir ki başkanlık ile yönetilen ülkelerin mutlak çoğunluğu tek adam rejimi ile yönetilmektedir.

Tek adam rejimlerinde başkanı ikna edebilirseniz, kaldırabilirseniz, o ülkeyi  elle  geçirebilirsiniz.  Yada başkanı denetleyen bir sistem olmadığı için başkanın önemli bir hata yapması sonucunda ülke felakete sürüklenebilir. Mevcut iktidarın bu ülke için yaptığı bir çok hizmetten dolayı şükran duyuyorum. Yollar, köprüler, tüneller, hastaneler vs. hepsi için sonsuz teşekkürler. Ama birde aklıma gelen ve kendileri tarafından kabul edilen kandırılma/hata yapma tablosuna bakalım:

  1. 1 Mart 2003 yılında Irak’a müdahale için ABD’ye Türkiye’deki üstleri kullanma yetki teskeresi: Bu teskere meclisteki AKP ve CHP milletvekilleri ile beraber yoğun tartışmalar sonucunda geçmedi. Geçse ise Türkiye’ye 80.000 ABD askeri yerleşecek ve IRAK’a Türkiye üzerinden gireceklerdi. Yıllar sonra dönemin Amerikan başkanı Bush bile çok büyük bir hata yaptıklarını kabul etmiştir. Türkiye meclis sayesinde bu bataklığa girmektek kurtulmuştur. Yeni sistemde Başkan bir kararname ile ülkeyi savaşa sokabilecektir.
  2. Ergenekon Süreci: Ergenekon sürecinde  Genel Kurmay başkanına kadar tüm Atatürkçü, darbe ile ilişkisi olmayan, vatansever askerlere kumpas kurularak içeri atıldı. Bu askerlerin yerine 15 Temmuz kalkışmasını gerçekleştiren FETO’ya mensup darbeci askerler yerleştirildi. Dönemin başbakanı bu davanın savcısı olduğu bildirdi.
  3. 2010 Anayasa Değişiklik Referandumu: Yargıyı tarafsız ve bağımsız bir noktaya çekilecek söylemi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı değiştirildi. Bu değişiklik sonunda yargı FETO’ya teslim edilerek ve 15 Temmuz sürecinin önü açıldı.
  4. FETO süreci: 2004’ten beri bu örgüte her istedikleri verildi. Ülkenin en kritik yerlerine FETO üyeleri yerleştirildi.  17 Aralık 2013 tarihine kadar tam bir uyum içinde çalışıldı. Bu süreç sonunda FETO ülkenin kılcal damarlarına kadar sızarak 15 Temmuz hain kalkışmasını gerçekleştirdi.
  5. PKK süreci: Terör örgütüyle Oslo’da, Kandil’de, İmralı’da, Dolmabahçe’de  müzakereler yapıldı. Habur’a mobil mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelerde terör örgütü mensupları beraat ederek Türkiye’nin içine sokuldu. Ülkenin bir bölgesine tüneller kazan, bombalar yerleştiren, silah taşıyan teröristlere dokunulmaması için valilere, kaymakamlara talimat geçildi.  Bu sürecin sonunda Türkiye’nin bir bölümü teröre teslim edildi.  O bölgenin daha sonra terörden temizlenmesi için yüzlerce şehit verildi.
  6. Suriye Konusu: Daha önce Türkiye-Suriye arasında ortak bakanlar kurulunun yapıldığı, sınırların kalma noktasına gelerek kimlikle geçisin sağlandığı, Suriye ve Türkiye’yi yönetenlerin beraber tatile çıkarak kardeşlik hukuku ilan ettikleri bir süreçten sonra düşman ilan edilen bir Suriye rejimi sürecine geldik. Bu süreç sonunda
    1. Türkiye’ye 3 milyondan fazla kayıtsız, ne olduğu belirsin mülteciler geldi. Bu mülteciler arasında gelen teröristler Türkiye’nin bir çok yerinde bombalar patlattı. Yüzlerce şehit verdik.
    2. Suriye sınırımız neredeyse bir terör koridoru haline geldi. Bu yüzden Fırat kalkanı harekatını yapmak zorunda kaldık ki sonunda yüzlerce şehit verdik.
    3. Rusya ile ilişkilerimiz bozuldu ki yeni toparlamaya başladık.
    4. Bu süreç sonunda dış ticaretimiz, turizmimiz zarar gördü.

Benimde büyük saygı duyduğum Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın bu sürecin sonunda ders çıkartığı ve benzer hataların tekrarlanmayacağı tezi ortaya atılabilir. Bu tartışmanın Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın şahsında yürütülmemesi görüşündeyim. Çünkü burada söz konusu olan bir sistemdir. Sayın Erdoğan çok iyi yöneteceği varsayılsa bile ondan sonra gelebilecek kişiye denetimsiz bu kadar yetki verilmesi Türkiye’yi falekete sürükleyebileceği unutulmamalıdır.

Çünkü insan denen Eşref-i Mahlukat beşer, şaşar bir kuldur. Allah insanı eksiksiz yaratmamıştır. İnsanlık alemini başlatan süreci hatırlayınız, Hz Adem (a.s.) ve Hz Hava şeytana uymuş çok büyük bir hata yaparak yasak meyveyi yemişlerdir. Hz. Adem(a.s.) ve Hz. Havva annemiz yasak meyveyi yedikten sonra Cennet gibi bir hayattan daha zor şartların hüküm sürdüğü bir dünya hayatı yaşamaya başlamışlar ve böylelikle insanlık alemi başlamıştır. Yani peygamberin bile hata yapabildiği, nefsine uyduğu düşünüldüğünde bir kişi bu kadar yetki verilebilir mi?

Özellikle iktidar partisine oy vermiş ve kendi partilerinin geleceğini düşünenler olmak üzere, tüm vatandaşların kendi çocuklarının geleceği için değiştirilmesi ön görülen maddeleri iyi inceleyerek karar vermeleri büyük önem taşımaktadır. Milletvekilliği veya Belediye başkanlığı seçimleri 4-5 yılda bir oluyor. Yapılan icraatı beğenmezseniz bir sonraki seçimde değiştirebilirsiniz. Ama anayasa bir kere değişir uzun yıllar yürürlükte kalır.

Çift başlı yönetimin yarattığı sorunlar olduğu tezi ile ilgili olarak, bir geminin 2. kaptanı oluyorsa ve 2. bir kaptan olmadan yürütülmesine izin verilmediği düşünüldüğünde koskoca ülkeyi tek kişinin yönetimine verilmesinin yanlış olduğu görüşündeyim. Çözümün güçlü demokratik meclis(parlamenter) sisteminden geçtiği kanısındayım. Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlıdır. Hatta semboliktir. İcraat makamı başbakanlıktır. Tamamen tarafsız ve yetkisiz bir Cumhurbaşkanı seçilir ve ülkeyi başbakan yönetir. Mevcut sistemde 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini çok üst seviye de tutmuşlardır. Asıl problem buradan kaynaklanmakta olduğunu düşünüyorum. Yani demokratik bir seçim ve siyasi partiler yasası ve başbakanın siyasi sorumluluğunda yetkileri azaltılmış bir Cumhurbaşkanlığı sistemi bu ülkeyi muhasır medeniyetler seviyesine çıkartacağına tüm aklımla ve kalbimle inanıyorum. Bu noktada mevcut Cumhurbaşkanı da halkın istemesi durumunda başbakan olarak meclisin ve yargının denetiminde pek ala bu ülkeyi yönetebilir.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir