3 imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul, yaklaşık 16 milyon nüfusu, tarihi, ekonomik ve kültürel zenginliğiyle sadece Türkiye’nin değil Dünya’nın en önemli şehirlerinin başında geliyor. Eğer İstanbul tek başına devlet olsa Avrupa’nın 13’üncü, dünyanın 41’inci büyük ülkesi olur. Belki de Dünya bir ülke olsa İstanbul başkent olacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesine baktığımızda kendisine bağlı kuruluşlarla beraber 35 milyar TL’yi geçiyor. Bu rakam birçok devletin bütçesini aşıyor.
İstanbul tüm bu özelliklerinin yanı sıra Türk siyaseti açısından da çok önemli bir yere sahip olarak görülüyor. “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır.” sözleri Türk siyasetinde defalarca kanıtlanmış durumda.
Hal böyle olunca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri tüm taraflar için çok önem kazandı. Yaklaşık 7 ay önce partilerin yaptığı ittifaklar 2 adayı öne çıkardı.
(1) Türkiye’de bakanlık, başbakanlık, meclis başkanlı gibi çok önemli görevler üstlenmiş herkes tarafından tanınan Binali Yıldırım.
(2) Daha 7 ay öncesine kadar ismi hiç duyulmamış ama başarılı bir Beylikdüzü belediyi başkanlığı dönemi geçirmiş Ekrem İmamoğlu.
Binali Yıldırım bir devlet adamı profilde 17 yıldır iktidar partisinin gerçekleştirdiği vaatler merkezinde bir kampanya süreci geçirdi. Bence çok yapıcı bir kampanya süreciydi.
Ekrem İmamoğlu’nun, bağırıp çağırmadan, sakin, pozitif, sempatik, herkesi kucaklayan Mevlana tarzı siyaseti İstanbulunun gönlünü fethetti. Bu anlayış İstanbullunun istediği proje ve vaatlerle birleşince beklenen olmadı ve sürpriz bir şekilde Ekrem İmamoğlu İBB başkanı seçildi.
İşte dananın kuyruğu bundan sonra koptu. 31 Mart akşamı Anadolu Ajansı tam İmamoğlu öne geçecekken veri akışını kesti. İstanbul sokakları aynı gece “Kazandık” afişleri asıldı. 1 Haziran sabahı YSK başkanı sonucu açıklayınca AKP tarafından tüm itiraz mekanizmaları çalıştırıldı.
“Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu.” denildi ve hayali, kısıtlı seçmenin oy kullandırılması, organize yolsuzluk, hırsızlık, kamu görevlisi olmayan kişilerin sandık kurullarında görev almaları vs. gibi birçok iddia kullanılarak seçimin tekrar edilmesi için bir algı operasyonu başladı.
Bu arada gecikmeli de olsa Ekrem İmamoğlu’na mazbatası verildi. 18 gün İBB seçilmiş başkanı olarak görev yapmasının ve vaatlerini yerine getirmeye başlamasının ardından YSK toplanarak “Sandık kurulu üyelerinin kamu görevlisi olmayanlardan atanmasından dolayı” aynı zarfta 4 oy pusulası olmasına rağmen sadece İBB başkanlığı seçimlerini iptal etti. Özetle, YSK hukuka akrobasi yaptırarak seçimleri yenileme kararı aldı. Şunu da belirtmeliyim ki aynı sadık kurulu üyeleri bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de görev aldı.
Bir başka ifadeyle, Fatih’in söylediği “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni!” anlayışı içinde ekonomi ve dış politikadaki önemli konular ikinci plana atılarak gündem yeniden seçim oldu.
Ramazan ayında başlayan 2. kampanya süreci çok sakin başladı. Ekrem İmamoğlu, yaşadığı mağduriyeti ve İBB’deki israf düzenini kapmayanın merkezine koyarak ilerledi.
Binali yıldırım daha önce yapılamaz dediği Ekrem İmamoğlu’na ait vaatleri kendi portföyüne ekledi. Daha kucaklayıcı bir dil tercih ederek, asıl kendisinin mağdur olduğunu anlatan bir kampanya süreci başlattı.
Tüm bu yaşananların sonunda tüm Türkiye iki adayın TV’de yapacakları açık oturuma kitlendi. Binalı yıldırım bir sürpriz yaparak moderatör olarak Uğur Dündar’ı önerdi. Türk Televizyonlarının en deneyimli gazetecisi Uğur Dündar tartışmadan sonra linç edileceğini ön gördüğü için moderatörlüğü kabul etmedi. Binali yıldırım ikinci öneri olarak muhalif çizgisiyle bilinen İsmail Küçükkaya’yı önerdi. Diğer tarafın da kabul etmesinin ardından beklenen açıkoturum yapıldı. Tartışmanın bitiminde, son viraja önde giren Ekrem İmamoğlu pozisyonunu korudu.
Seçim günü yaklaştıkça proje vaatlerden ziyade bel altı tartışmalar yapılmaya başlandı. İsmail Küçükkaya’nın açık oturumdan önce Ekrem İmamoğlu’yla buluşması ile ilgili iddialar, Ordu VIP krizi ve Valiye hakaret edildiği hakkında iddialar, Pontus-Rum tartışmaları, Öcalanın bir akademisyen ile devlet tarafından görüştürülmesi ve HDP seçmenine tarafsız kalması ile ilgili yaptığı açıklamanın Anadolu ajansında servis edilmesi vs…
Tüm bu gelişmeler sonucunda 23.06.2019’da seçime gidiyoruz.
Tüm Dünyada totaliter rejimler varken, tarihte bir ilk olarak millî mücadele ile iş başına gelenlerin yeter ki Türk halkı kimi isterse o iktidar olsun anlayışı içinde iktidarlarını devrettikleri bir tarihe sahibiz.
70 sene önce olduğu gibi Türkiye’de iktidarların demokratik yöntemlerle değiştirilebildiğini tüm dünyaya göstermek için bu seçimin çok daha öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin kutuplaşmaya, ayrışmaya değil Mevlâna tarzı siyasetle bütünleşmeye kucaklaşmaya ihtiyacı var. #HerşeyÇokGüzelOlacak.